Dulda Merdiven Sistemleri, 5.000 m² alana sahip Kocaeli Dilovası tesislerinde, modern ekstrüzyon hattı, ikiye katlanan üretim kapasitesi ve gittikçe genişleyen ihracat ağı ile alüminyum, paslanmaz çelik, bakır, pirinç aksesuarlı pleksi merdiven korkuluğu ve farklı sektörlerin ihtiyaçlarına yönelik pleksi / akrilik çubuk üretim yapan, disiplinli ve ahlaklı bir ticaret anlayışı olan bir firmamız. Toplu konut, villa alışveriş, merkezleri kamu binaları vb. mimari yapılarda paslanmaz, alüminyum, metal korkuluk montajı ve çelik merdiven uygulamaları ile işe başlayan Dulda, faaliyet alanlarında büyük projelere imza atmıştır. Ar-Ge’ye çok önem veren ve insana yatırım yapmaktan imtina etmeyen firmamız Türkiye'nin ilk pleksi ekstrüzyon hattını kurmasıyla biliniyor. Şirketin anlayışını yansıtan çarpıcı bir de sloganı var: “Takdir ediliyorsan değil, taklit ediliyorsan başarmışsındır.”
Dulda, işini severek bir yerlere gelmeye çalışan, zorlu dönemlerden, büyük sınavlardan geçen bir firma. Zorluklar ne olursa olsun hiçbir zaman vazgeçmeyen, hep daha iyi yerlere gelmeye çalışan ve bunu büyük ölçüde başaran firmanın kaptan köşkünde sayın Emin KAYA oturuyor. Yoklukların, sorunların gözünü korkutamadığı Kaya’nın hayali, marka yaratmak ve dünya çapında bir oyuncu olmak.
“Mahallemdeki ve çevremdeki insanlarla uğraşmak hiçbir zaman derdim olmadı. Hayalimi küresel pazara taşımak istiyorum. Tasarladığım ve geliştirdiğim ürünleri dünyanın en gelişmiş ülke firmaları bakıp kopyalasın istiyorum. Bir Alman, bir İtalyan benim ürünüme bakıp, bizden daha iyi yapmışsın tebrik ederim hazzını yaşamak neden imkânsız olsun ki!” diyen sayın Emin KAYA’ya her şeyi sorduk. Buyurun.
Dulda merdiven Sistemleri Emin KAYA - Yönetim Kurulu Başkanı
Dulda’nın hikâyesiyle birlikte içinde yer aldığınız pazarın niteliklerini anlatabilir misiniz?
İşini severek yapmaya gayret eden, markalaşmayı önüne önemli bir hedef olarak koyan bir firmayız. Çok zorlu ve sancılı süreçlerden geçerek bugüne gelebildik. İşin başında paranın peşinden koştuk, marjinal bir ürün üretip daha az rakiple rahat bir ticaret yapmak hedefledik. Bunun rahat tarafları olduğu gibi Pazar oluşturma gibi ciddi sorunları da var., dolayısıyla büyüme kısıtlı oluyor böyle bir üründe...
Gelişmiş dünya ülkelerinin mimari ve estetik anlayışına hitap etmeyen bir ürün. .Daha çok 3. Dünya ülkelerinin beğendiği ürünleri ürettik. Tüm yapılarda kullanılacak bir ürün değil ürünümüz. Villalarda otel lobilerinde vs. gibi yerlerde kullanılabilir. Bu bize satışta kısıtlamaya neden oluyor. Ortadoğu ülkelerinde bu ürünü alan kişilerin herhangi bir kalite standardı yoktur. Sattığında herhangi bir sertifika istemezler. Bu bizim hantallaşmamıza sebep oldu. Bugün Avrupa’ya en ufak bir malzeme göndersen standartlarına bakarlar, sertifikalarına bakarlar, dayanıklılığına bakarlar, kırılır mı diye test ederler. Ortadoğu’da ve Asya’da buna bakmazlar. Geçen ay 126’ncı Kanton fuarına katıldık. Bangladeş, Pakistan, Hindistan, biraz Ruslar ve Arap ülkelerinden ilgi gördük. Avrupa ülkelerini görmedik. Kuruluşumuzda, buradan para kazandığımız için de bu işe yöneldik.
Bu pazar kısıtlı ve müşteri kitlemiz bilinçli değil. Standart da olmadığı için arkası görünen her şeyi pleksi sanılıyor. Işık geçirgenliği, yüzey işlemi olsun, bağlantı parçaları olsun, mukavemeti olsun onları değerlendirme yok. Yani şeffaf, arkası görünüyor mu yetiyor bu yetiyor müşteriye. İçinde kabarcıkların dağılımına kadar biz ürünü satarken müşteriye bunu anlatmakta zorlandığımız çok oluyor.
Her sektörde bu vardır, mutlaka vardır, bizim kronik hastalığımızdır bu.
Lokanta açar ama gastronomiyi bilmez. Adam müteahhitlik yapar ama işin mimarisini mühendisliğini bilmez. Türkiye’deki iş durumu maalesef böyle.
Allah rızası için bir gün biri karşıma detayla, tasarımla çıksaydı ama yok; tek yaptıkları fiyat düşürmek. Onlarca rakibimiz var, bir tanesi benden “pahalıya” mal satmaz mı arkadaş!
Pahalı derken yanlış anlaşılmasın rakip daha çok kazanıyor bizden. Çünkü 5/10 adamla işi götürmeye çalışıyor.
Fiyatla kimse bugüne kadar büyüyemedi. Benim amacım marka oluşturmak. Tamam, bu sektörde para kazandık, bir yerlere geldik fakat marka üretemedik. Benim derdim marka üretmek. Dünyada kabul gören bir marka yaratmak. Sonuçta 15 yıldır bu işi yapıyoruz.Bu yaptığımız işi normal tırabzan ve merdiven olayına yatırsaydık daha farklı olurduk, daha az rekabet ederdik. Oraya kalıplar, çalışmalar marjinal fayda sağlardı.
Özgün ürünleri olan bir marka üretemiyoruz. Ülkemizde kötü olan ayakta kalıyor maalesef. Çok iyi insanlar battılar, bıraktılar, devam ettirmediler. Belki büyük alüminyum firmaları var ama sistem geliştirecek mimarlar yok. Adam bir dirseği 50 Euro’ya satıyor, bizim ki 2 TL’ye satıyor,“Biraz daha indireyim de kimse bu işi yapmasın,” mantığıyla. Bir adam evine düzgün korkuluk takmak istese bulamaz. Ben iş yerime istediğim standartta bir korkuluk bulamadım. Teknik ve estetik açıdan iyi yapılmış bir korkuluk yok memlekette.
Şu an yerimiz büyüdü, gelişti artık, o marka olayını halletmeye çalışacağız. Kesinlikle mevcut alüminyum piyasası ile bir işim yok. Arkadaşlarımın sektörde yaptığı işleri, ürettiği ürünler ya da muadillerini yapıp satma derdim yok. Benim esas asıl hedefim Dulda olarak, Çin’deki paslanmaz piyasasından pay alabilmek.
Biraz düşündüğüm zaman paslanmazı neden tercih eder. Bunun sebebi sağlamlıktır, tercih sebebi budur. Uzun yıllardır üzerine notlar aldığım bir sistem vardı, mukavemet üzerine kurulu bir seri var. Onun geliştirilmesi için uğraşıyorum. Onların pazarından pay alabilirsek gerçekten kendimizi başarılı hissederiz. Yaklaşık 15 yıldır bu durumu düşünüyorum bu benim hayalimdi onu da teknik olarak hallettik, bir de üretime dökebilirsek büyük ve önemli bir başarı olacaktır, hem firma olarak hem de Türk firması olarak. Yaklaşık olarak, henüz olmayan bir ürüne görece büyük bütçeler harcadım. Makine yatırımları yapıldı, tamamen güvenli ve gelişmiş dünya ülkelerinde kabul görecek seviyede olduğunu düşünüyorum.
Alüminyum Yapı Dergisi kurulduğundan bugüne ilk defa bir firmamızın dünya devi Çin’den özellikle pay almak istiyorum dediğine şahit olduk. Bu konuyu biraz açar mısınız?
Ben o konuda biraz cüretkârım. Bu cüreti tırabzan piyasasının yeni ve küçük olmasından alıyorum.Esinlenme tabii ki olacaktır, kopyalama olmaması ve özgün tasarımlar katma şartı ile.
Bizim yüzümüzü çevireceğimiz yer Çin’dir. Bütün endüstri orada, bütün fason imalat orada. Adamlar fason yapıp işi öğrendiler şimdi kendi markalarını üretmeye başladı ve çok iyi tasarımlar yapmaya başladı. Ben Avrupa’ya gitmiyorum ve ne yaptığıyla fazla ilgilenmiyorum. Hedefim Çin pazarından pay almak çünkü aynı kulvardayız. Bugün Avrupa ülkelerinde her şey oturmuştur, onları rakip görecek çapta değiliz şimdilik. Ama Çin çok farklı. Rusya’ya bugün malzeme satmıyoruz, Afrika’ya emek yoğun kârı fazla olan ürünler marka satmıyoruz. Bir yerlere gidiyoruz, pazar açıyoruz sonra Çinliler gelip alıyor pazarı. Bir belgesel vardı ya hani, tilki yakalar sonra aslan gelir avı alır. Aynı durum, Çin ile Türkiye için de geçerli. Bizim elimizden aslında her şey alındı.
Moral bozucu, motivasyon bozucu bir piyasada çalışıyoruz aslında. Tahsilat sorunu, fiyat sorunu, devlet ile olan sıkıntılar, imalatçılar için zemin o kadar iyi değil. Bir üretim iklimi yaratamadık.
Türkiye’de firmalar çok kolay kurulabiliyor, çok kolay bu sektöre girebiliyor, istediği şartlarda üretiyor, istediği şartlarda ürün satıyor, her türlü çalışmasını rahatlıkla yapabiliyor. O yüzden denetim yok, standart yok, belge yok, rekabet şartları zaten ortada, birlik yok beraberlik yok. Türkiye üreticiler için özellikle çalışma sahası için baktığınız zaman daha iyi olarak görünmüyor mu?
Türkiye’de kurulan firmaların %90’ı ilk 5 yıl sonunda kapanıyor. Marka yok, kalan firma yok. Geriye koca bir boşluk kalıyor. Biz bugün otomobilde Volkswagen kuramayız, tekstilde Zara kuramayız. İnşaatta kurabiliriz çünkü rekabet edebiliriz, rakibimiz küçük. Biraz tutkulu olmak lazım. Türkiye’de başarabilen firmalar yapısıyla, huyuyla bir yerlere gelmiştir. Akıllı güzel iş çıkaranlar ayakta kalmıştır.
Bahsettiğiniz iş çok önemli. Hem Pazar açısından hem de ülke ekonomisine katkı açısından. Çünkü olay paslanmaz olunca korkuluğun şekli ve rengi de değişiyor, sağlamlık da gündeme geliyor. Yani basit bir üretim süreci konusu ortadan kalkıyor. Bu olay diğer firmaları da çeker mi bu çalışmanın içerisine?
Bunu özellikle yazmanızı isterim; rakipten korkmamak lazım. İyi rakipten korkmamak lazım, nerede olduğu önemli değil. Kapalıçarşı’yı örnek verelim: bütün Kapalıçarşı’yı sana versek 1 ay sonra biter. Orayı yapan çeşitliliktir. Çeşitlilik, farklılık ve zenginlik varsa, pazar olabildiyse ayakta kalabilir. Arkadaşın biri cam sistemi yapar, biri jaluzi yapar, biri pergole yapar, korkuluk yapar. Adam gelir sorar onu almaz belki diğerini alır, sen bir ürün üzerinden hayata renkli bakamazsın. Fiyat üzerinden ticaret celladına düşmemek lazım. Senin tek silahın fiyat ise batarsın.
Ben korkuluk olarak baktığım zaman derya deniz görüyorum. O kadar çok yapılacak işler ve pazarlar var ki satılacak. Çin’deki bir firma Türkiye’deki tüm korkulukçularınki kadar ciroyu yakalayabiliyor. Adamlar öyle işler yapıyorlar ki, hayret edersin; Hassas döküm teknolojisi ile paslanmaz yapıyorlar, gidin fabrika görün. O kadar zor üretimler yapıyorlar ki, bizde ekstrüzyonda çekilen ürünü al CNC’ye ver sonra şikâyet et niye satamıyorum diye. Kendimizi geliştiremiyoruz o yüzden kopyalıyoruz. Ben bugün cari olan ürünü yapsam ertesi gün para kazanmaya başlarım ama gidip zaten birbirlerinin yediği yerde neden olmaya çalışayım? Ayak oyunları ile üretim yapılmaz. İyi ürün yapınca insanlar seni gelip buluyor. Limon satan adam ile holding yöneten adamın kaygıları aynıdır. Üretim bir disiplindir kendi kuralları vardır.O kuralları anlayıp ona göre hazırlanmak gerekir.
Emin KAYA olarak yapacağınız çalışmaların tamamen kendi düşüncelerinizden doğacağını belirttiniz. Gördüğünüz üzerinden mi ufkunuz açılıyor yoksa kafanızda şekilleniyor mu yapacağınız şey?
Müzisyen olduğunuz zaman bir yerden tını alırsın, ses duyarsın onları toparlar yepyeni, insanların beğeneceği müziği yaparsın. Sen “Benim işim bu,” dediğin zaman zaten algıların seni yeni bir şeyler yapmaya zorlar. Arkasına düştüğün zaman sadece düşüneceğin maliyet hesabını düşünmez, işine yoğunlaşırsın. Ben iyi bir ürün çıkarayım, ürün kendi değerini belirler düşüncesi ile hareket ediyorum ama iyi ürün üretmek lazım. Sektöre girdiğimden bugüne hep olmayanı yaptım, bir şeyler katarak yaptım. Pleksi vardı ama konsepti ben oluşturdum.Piyasada gördüğünüz ürünlerin tasarımlarının %90’ını ben çizmişimdir. Konsepti ben yaptım. Sistem detaylarını %100 ben çizmişimdir. Ne Çin ne Türkiye bunun üzerine gitmemiştir. İşin mesleğin olduğu zaman bir şeyler çıkıyor, ilham alıp yapıyorsun. Çağımızın dünyasında bireysel başarılar yoktur artık organizasyonlar para kazanıyor. Tek başına yapayım dersen sadece dönemsel para kazabilirsin. Mühendislerin olacak, insana yatırım yapacak, Ar-Ge lazım, organize olmamız lazım, başka türlü olmuyor.
Özellikle “Ben hep insana yatırım yaparım ve Ar-Ge olmalı,” derken, bu sene herkes daha farklı konuşuyor. Artık mühendislik, Ar-Ge ve insana yatırım önemli olacak diyen sektör yöneticileri gündeme geldi. Bu değişimin gerçek nedeni nedir?
Dünya buraya kaydı, artık bireysel beceriler çok geçerli değil.
Yarışı artık başarılı insanlar kazanacak. Doping olmayacak, sağlıklı kişiler ayakta kalacak. Eski firmaların zaten muhatap olduğu sorunlardı bunlar. Müşteri geldiğinde internet teknolojileri, üretim teknolojileri, mühendislik teknolojileri öyle yerlere geldi ki eski konvansiyonel üretim ve satış teknikleriyle malzeme satamazsın, artık sokak satışı yok. Dünya bunu kabul etmiyor.
Devlet bizimle birlikte hiçbir zaman olamadı. Biz devleti biliyoruz ama sanırım devlet bizi bir türlü bilip kabullenmek istemiyor. Devlet deyince vergi dairesi, SGK, ceza, akla gelmemeli. Bugüne kadar devleti, yanımızda değil karşımızda gördük.
Ama insanın doğasındaçalışmak, üretmek vardır, şartlar ne olursa olsun.
Bildiğim bir şey varsa finansal ve pazarlama ayak oyunlarıyla sürdürülebilir bir ekonomi üretilemez.
Biz Batı’ya değil, Hindistan ve Çin’e bakacağız. Bu iki ülke bizim kulvarımızdadır daha akılcı işler yapıyor ve başarıyorlar. Devletle üreticinin bağı çok kuvvetli, mükemmel işler yapıyorlar. Gidip görmek ve ilham almak lazım. Kopyalayacaksan Çin’i kopyala. Kendilerini hızla geliştiriyorlar 10 sene bir Kore görebiliriz. Gece saat 11’de Alibaba’da sana hemen cevap veriyor. Biz satışta sorun yaşıyoruz, depocuda sorun yaşıyoruz, her konuda sorun yaşıyoruz. Ben 3 yıl şoför bulamadım.Neden.?Çünkü hukuk yok. Bir eğitim yok.Adam bir önceki işyerinden neden çıkmış? Bir arşiv yok? Aynı şey işçi için de geçerli.Çalıştığı firmadan haklarını alabilecek miyim kaygısı taşıyor. Her şey boşlukta ilerliyor. Herkes insan sarrafı olamaz. Ama ne yapabiliriz? İşimizi iyi yapacağız. İyi şeyler olunca bir pazar oluşacaktır. Türkiye’de bir korkuluk sektörü oluşursa herkes dolar ve pazardan pay alır. Ahlaklı olmayı kimseye söylemiyorum, sadece temenni olur. Piyasada sürdürülebilir bir ticaret iklimi üretmek ahlakın konusu değil hukukun konusudur. Bunu da devlet yapar.
Kapitalist sistem ahlakla değil hukukla sürdürülebilir.
Hatalı ürünler ve uygulamalar yüzünden korkuluk sektörü can kayıplarına sebep oldu. Fakat firmaların bir araya gelip ses çıkarmaması çok üzücü. Gerçekten bu işin geleceğinde kimse mesleğine saygı duymuyor mu?
Aç adamdan ahlak beklenmez. 0.20 cente mafsal satan adama ne diyeceksin? 40 TL’ye montaj yapan adama ne diyeceksin? 1 mm borudan uygulama yapana ne diyeceksin? Kötü yapan adama “Çocuk düşüyor, insanlar düşüyor,” desen ne olur.? Kazaya sebebiyet verenleri müteahhidinden imalatçısına, fasoncusuna kadar hukuki yaptırımlara maruz kalsa o zaman ürettiği malzemenin işlevi hakkında kafa yorar.
Bireysel olarak ne yapabilirim diye düşündüğümde; Çok iyi ürün yapıp iyileştirirsem onlar da bana bakıp para kazandığımı görürlerse belki düzelir. En reel, ayakları yere basan önerme bu benim için. Ben de isterim gelip denetlensin, rekabet şartları düzgün olsun, sektör güçlü olsun ama olmaz.
Herkes Avrupalı gibi olmak, sanayisinin, işletmesinin, kurullarının, çalışanlarının, kaliteli yaşamasını istiyor fakat uygulama safhasında kendisi de uymuyor bu duruma, değil mi?
Adamın donanımı buna müsait değilse sen ne anlatırsan anlat ahlak çerçevesinin dışında hareket edecektir. Rahmetli Çetin Altan’ın verdiği bir örnekti; tesisatçı isen, şayet Almanya’da Amerika’da tesisatçılık yapabiliyorsan dünya vatandaşı olabilirsin. Avrupalı gibi yaşamak istiyoruz, iyi evler, iyi arabalar olacak, alttan ısıtacak, konforlu olacak ama Alman gibi bir tasarım, ürün geliştirme veya mesleğinin icrasında alman gibi davranabiliyor musun? Yok!
Birleşme, ortak karar alma, kolektif davranma gibi mefhumları unutalım, bunları konuşmaya gerek yok. Bu coğrafyada olmaz bu. Çalıştığı mesleği araştıran kaç kişi var? Bunun kaygısının yaşanması lazım öncelikle. Bir Fransız şarap firma sahibinin röportajında okumuştum Firma 300 yıllık. Şarapçılık kolay mı diye soruyorlar. Şarap kolaydır ama ilk 200 yıl zorlanıyorsun.
Bahsettiğimiz şeyler bir ömürde yapılacak işler değil. 2 veya 3 kuşak giderse iyi işler çıkıyor. 10 senede gerçekten zor bunları konuşmak. Ben iyi korkuluk yaparım desem benim çocuklarımın belki yapması lazım. Sanayi devamlılığı yok bizde. Onu başarmak lazım. Toplumsal devamlılık yok bizde.
Yeni neslin de çok fazla bu işi sevmediğini düşünüyor firma yöneticileri, onu da size alıntı olarak söylemek isterim. Yani işi sevdirmek için bir şeyler yapılmamalı mı, görevler arasında biraz bu da olmamalı mı?
Siz kaç kişi tanıyorsunuz bir önceki kuşağı şehirde yaşayıp büyümüş? Yok.
Bizim bahsettiğimiz, sanayi, endüstri, mimari, satış pazarlama vb. Bunlar şehirle ilgili şeyler. Kırsalın konusu değil bunlar. Bunun için zaman gerekiyor. Bir şekilde açılan firmaları devam ettirebilirsek ikinci kuşak iş yapar, başarılı olur. Aynı çalışma firmayı kuranda onu ikinci kuşağa aktaramayan tüm firmalar sadece para kazanır.
Bir insanın bir işi sevmesi için o işte gelecek görmesi gerekir. Lise çağında bir çocuk kirasını ödeyemeyen sanayiciyi mi yoksa havadan para kazanan adamı mı örnek alır?
2019 durum değerlendirmesini Emin KAYA olarak yapar mısınız?
Laf olsun diye söylemek istemem, işim benim zihinsel mesaimi çok kapsıyor. Hiçbir zaman karamsarlığa kapılmıyorum çünkü o kadar çok yapılacak iş var ki. Dışarıdaki insanlarla pek ilgilenmiyorum. Tarlasını satıp müteahhitlik yaparsa tabii ki gidecektir. Alüminyum sektörü ürün olarak beni etkiler. Adam çok büyümüş, güçlenmiş; onlara inanın hiç bakmıyorum. Adamın malından mülkünden bana ne?Neden bunun için mesai harcayayım. Bir ürün çıkardığı zaman, etkilenirim. Türkiye’de 2018-2019 yıllarında bir iki firma çıkardığı ürünle beni etkiledi, onun dışında vasat. Bana 2020 yılını sorarsanız ben size 2030 yılını anlatayım. Yine rekabeti konuşacağız, haksız rekabeti, yine kalitesiz malzemeyi konuşacağız, yine balkonlardan düşen çocukları konuşacağız, yine ürün geliştiremeyeceğimizi konuşacağız. İngiliz’e 1900’lü yıllarda Türkiye’yi soruyorlar; Geleceği parlak ama hep parlak kalacaktır diyor. Para kazandığımız zaman işimize yatırım yapmamız lazım. Sanayicinin de satışçının da derdi para kazanmaktır. Özgün ürünler yaparak daha çok para kazanmanın yollarını bulacaksın. Bugün doktora gitsen de adam sana müşteri gözüyle bakıyor. Toplumun ortalaması bunun üzerine kurulu.
Bütün bu söylediklerinizin altından kalkacak donanım var mı Emin KAYA’da?
Çok iyi bir soru. Bizim sektörde çok karışık değil her şey. Yani bilgisayar programcısı değiliz, karmaşık yazılım olan bir şey değil. Biraz mimari, tasarım, statik, malzemeyi bilmek çünkü kapı üreticisi olsam bunu konuşamazdım. Korkuluk daha küresel olarak sektör olmamış, oyuncular az, pazar küçük. 20 tane oyuncuyu çıkardığın zaman bir şey kalmıyor, küresel bazda bakarsak. Doğrama aksesuarı yapan bir firma olsam bunu diyemezdim, çok eski firmalar var, çok özel firmalar var ve oturmuş sürekli yatırım yapacak güçlü kuruluşlar var. O yüzden benim ürünlerimin taklit edildiğini, Almanya, Fransa, Belçika’da satıldığını görmek isterim. Sektör küçük olduğu için ben büyük işler yapacak zeminin de büyük olduğunu düşünüyorum.